MÜNÂCÂT
Ey pâdişah! Zâtın zevâl bulmaz, durup durur. Devlet ve saltanatın da sonsuzdur, sürüp gider. Seni bir bilme mülkünü, sana önceden bir hizmetde bulunmadan sen verdin bize. Altından bir tâc olan "ve le kad kerremnâ benî âdem/ Andolsun ki biz âdemoğlunu mükerrem kıldık" tâcını, sana hiçbir itâatde bulunmadan sen koydun başımıza. Sana şükretmediğimiz için ve sana karşı hep kusur işlediğimiz için o tâcı kahır yağmasıyla başımızdan alma. Düşman olan İblis, bize kasdederek yaltaklanmakda, çevremizde dönüp dolaşmakda ve üstümüzdeki marifet elbisesini, gözümüzdeki basîret nûrunu bizden almak, yücelik tâcını başımızdan sıyırıp çıkarmak için düzenler düzüp duruyor. Ey düşmanı da dostu da yaradan! Şu kullarını İblis'in düşmanlığına râm etme.
Bize dost ve şefâatçi, yüce nûr Peygamberimiz Efendimizdir. O ki, şefâat kemerini beline bağlamış, sıratın bir ucunda durmuş, ümmeti azâb dumanından selâmetle geçirmek ister. Sen o âlemin güneşini, o âdemoğullarının rahmetini bize esirgeyici ve merhametli kıl, suçları örtücülük sıfatınla suçlarımızı ört de bizi ona karşı utandırma.
Ey pâdişah! Buyruğuna uyanlara sevâb vermekden sana bir ziyân gelmez. Suçlulara azâb etmekden de bir kâr elde etmezsin. Sevginin ateşindeki harâretle yanıp kavrulmuş ciğerler hakkı için, bizim ciğerlerimizi ebedî ayrılık ateşiyle yakma. Her ne dilersen yapabilirsin, bize ne çeşit darılırsan ona müstehakız biz. Senin lutfundan başka, senin rahmetinden gayrı bir çâre de bilmiyoruz biz.
Ey çâresizler çâresi! Ey nereye gideceğini bilmeyenlerin, yeri-yurdu olmayanların sığınağı! Ebedî lutuf gölgesini bizim başımıza sal. Dostların gönüllerini tevhîd incisinin sedefi hâline getiren ve herkesi, her şeyi kuşatan nimetlerini bizden de esirgeme. Bizi de o nimetlerle beze. Gönül sedefimizi hebâ etme. Bizi gelmişlerin, geçmişlerin karşısında rezîl rüsvây etme. Değil mi ki âlem senin dilediğin gibi geçip gitmede, gök sana köle olmuş, kulluk etmede. Gökde, yerde, herkesi, her şeyi kahredenler senin hükmün altında kahr olmada, parıl-parıl parlayan yıldızlar senin nûrunu dilenmede, pâdişahlar ve sultânlar senin yardıma muhtâc olmıyan devletinin zekâtıyla geçinmede, değil mi ki bize böylesine bir devleti duyurdun, bizi bu devletden mahrûm bırakma. Dudağımızı değdirdiğin, dudağımızı ıslattığın o şarâbdan bizi ayırma. Bizi varlığımızdan geçir, bizde varlık bırakma.
Ey sâkî bize aşk şarâbını ver
Ver ki akıl lafı bir yana gitsin
Elest bezminde, cân zerreleri, o şarâbı içmişdi de o mestlikle "belâ" demişdi ya, işte o şarâbla kadehimizi ağzına kadar doldur da sun bize. Böylece al bizi yüz binlerce düşüncenin, vesvesenin elinden.
Ey sâkî bize önceden sunduğun o şarâbdan
İki koca kadeh daha sun da arttır neş'emizi
Ya o şarâbı tattırmaman gerekirdi bizlere
Mâdem ki tattırdın küpün ağzını açtın bir kere
Öyleyse tamâmen mest edip yıkman gerek yerlere
0 Yorumlar