Kur`ân-ı Kerîm'de İsmi Zikredilen Yegâne Sahabî - Dua Melekleri | Dua Sitesi

Kur`ân-ı Kerîm'de İsmi Zikredilen Yegâne Sahabî

Kur`ân'ı Kerîm'de ashâb-ı kirâm hakkında pek çok âyetler bulunmakla berâber, bu âyetlerde biri hâriç ashâb-ı kirâmdan hiç kimsenin ismi tasrîh edilmemiş yani açıkça zikredilmemişdir. Kur`ân'da ismi açıkça zikredilen yegâne kişi, Peygamber Efendimizin âzâdlı kölesi ve evlâdlığı زيد بن حارثة Zeyd bin Hârise radıyallahu anh Hazretleridir. Hiç şübhe yok ki bu çok büyük bir şerefdir. Üstelik bunda hepimizi için büyük bir ibret ve hikmet de vardır. Acabâ Hazret-i Zeyd bu şerefe nasıl nâil olmuşdur?
  • Tahmînen bi'setden otuz beş sene önce dünyâya gelen Zeyd bin Hârise, aslen Yemenli olup, çocukluk çağında birileri tarafından kaçırılıp köle olarak satılmış ve kaderin bir cilvesi olarak Mekke'ye getirilmiş ve Hazret-i Hâtice vâlidemiz tarafından Resûl-i Ekrem Efendimize hediye edilmişdir. Zeyd kaçırıldıkdan sonra âilesi onun hasretiyle yanıp tutuşuyor ve her yerde onu arıyormuş. Bir gün Zeyd'in kabîlesinden Hac için Mekke'ye gelenlerden birisi onu Mekke'de görüp âilesine haber vermiş. Babası ile amcası hemen koşup onu almaya gelmişler. Köle olarak satıldığını bildiklerinden fidyesini de yanlarında getirmişler. Resûl-i Ekrem Efendimiz Zeyd için fidye istemediği gibi karârı da Zeyd'e bırakmış yani dilerse âilesi ile serbestçe gidebileceğini söylemiş. Fakat Zeyd, âilesinin yanına dönmek istememiş ve Hazret-i Peygamber'in yanında kalmayı tercîh etmiş ve "Ben hiç kimseyi size tercih etmem" demişdir. Yani Resûlullah'a köle olmayı, âilesi ile berâber vatanında hür yaşamaya tercîh etmişdir. Babası ve amcası da Zeyd'in bu karârına akıl erdirememiş, hayretler içinde kalmışlardır. İşin asıl acâib tarafı şudur ki, o sırada henüz Peygamberimiz nübüvvetini i'lân etmiş değildir. Yani Zeyd'in Resûl-i Ekrem Efendimizin risâletinden, peygamberliğinden haberi yokdur. Yokdur ama, Efendimizin yüce ahlâkı ona öyle bir tesir etmişdir ki, âilesinden görmediği şefkat ve merhameti O'nda gören Zeyd, Resûlullah'a bir evlâd sadakâti ve muhabbeti ile bağlanmışdır. Bu ne büyük sadâkat, bu ne büyük muhabbet!
  • Bu hâdiseden sonra Efendimiz, Zeyd'i âzâd edip onu evlâd edinmiş ve bunu Kureyş halkına ilân etmiş, "Şâhid olun, Zeyd benim oğlumdur, o benim mîrâsçım, ben de onun mîrâsçısıyım" buyurmuşdur. Bu ne büyük lutuf, bu ne büyük şeref!
  • Âzâd olduğu halde Hazret-i Peygamber'in yanından hiç ayrılmayan Zeyd, Efendimizin risâletini ilk tasdîk edenlerden biridir. Hattâ bazı rivâyetlere göre erkeklerden ilk müslümân olan kişi O'dur. Bu ne büyük fazîlet, bu ne büyük devlet!
  • Resûl-i Ekrem Efendimizin meşhûr Tâif yolculuğunda da yanında olan Zeyd, Tâifliler, Resûl-i Ekrem Efendimizi dinlemeyip, onu şehirden çıkardıkları ve üstüne taş yağdırdıkları vakit, atılan taşların Efendimize isâbet etmemesi için vücûdunu siper etmiş ve kan revân içinde kalmışdır. Bu ne büyük hizmet, bu ne büyük fedâkârlık!
  • Zeyd, Bedir, Uhud, Hendek gazvelerine de, Hudeybiye seferine de Hayber'in fethine de katılmışdır. Bedir zaferinin müjdesini Hazret-i Peygamber'in devesi Kasvâ'ya binerek Medine'ye ulaştıran da odur. Hendek Gazvesinde muhâcirlerin sancakdârı da odur. Birçok seriyyenin kumandanlığını da o yapmışdır. Zeyd, bütün seferlerden büyük muvaffakiyyetlerle dönmüş ve Efendimizin iltifatlarına mazhar olmuşdur. Hattâ bir seferden dönüşünde Resûl-i Ekrem Efendimiz, memnûniyyetini ona sarılıp öperek göstermişdir. Bu ne büyük şecâat, bu ne büyük cesâret!
  • Resûl-i Ekrem Efendimiz, Sefevân ve Müreysî gazvelerinde, Zeyd'i kendisine vekalet etmek üzere Medîne'de bırakmışdır. Bundan büyük bir şeref olabilir mi? Hazret-i Peygamber'in Zeyd'e ne derece kıymet verdiğini ve ona ne kadar itimâd ettiğini Hazret-i Âişe vâlidemizin şu sözünden anlıyoruz. Demiş ki, "Resûl-i Ekrem, Zeyd'i bir ordu ile sefere gönderdiğinde mutlakâ onu kumandan tayîn ederdi. Eğer şimdi sağ olsaydı kendisini yerine halîfe bırakırdı". Bu ne büyük itimâd, bu ne büyük iltifat!
  • Resûl-i Ekrem Efendimiz, Mûte Savaşı için orduyu yola çıkarırken sancağı Zeyd'e vererek, "Eğer Zeyd şehîd olursa sancağı Cafer alsın, o da şehîd düşerse Abdullah bin Revâha alsın" buyurmuşlar. Üç sahabî de bu sıraya göre şehîd olmuş, Resûl-i Ekrem Efendimiz onların şehâdet haberini Medine'de ashâbına gözyaşları içinde bildirmiş ve şöyle duâ buyurmuşdur : "Allahım, Zeyd’e mağfiret et! Allahım, Zeyd’e mağfiret et! Allahım, Zeyd’e mağfiret et! Allahım, Ca‘fer’e mağfiret et! Allahım, Abdullah’a mağfiret et!". Ashâbdan bir zât, Resûl-i Ekrem'in Zeyd için gözyaşı dökmesini garipseyince, Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Bu gözyaşları, sevgilinin sevgilisine olan hasretidir" buyurmuşlardır. Bu nasıl bir muhabbet, bu nasıl bir kurbiyyet!
Resûl-i Ekrem Efendimiz Zeyd'i o kadar çok severmiş ki, Zeyd'e "Hibbü Resûlillâh/Resûlullahın sevgilisi" lakabını vermişler. Zeyd de, Allah yolunda ve Resûlullah uğrunda her şeyini fedâ ederek bu ünvâna lâyık olduğunu bizzat göstermişdir. Cenâb-ı Hakk da, bütün müminlere ders olsun diye O'nun ismini kıyâmete kadar okunacak olan Kitâb-ı Kerîm'inde zikretmişdir.


Âşık oldur kim kılar cânın fedâ cânânına
Meyl-i cânân itmesin her kim ki kıymaz cânına
Cânını cânâna vermekdir kemâli âşıkın
Vermeyen cân itirâf etmek gerek noksânına

Yorum Gönder

0 Yorumlar