Ashâb-ı kirâm demek Resûl-i Ekrem'in arkadaşları demekdir. Bunlar, Peygamber'i görmüş, Resûl-i Ekrem'e îmân etmiş, Resûl-i Ekrem'in huzûrunda oturmuşlardır. Bâhusûs seyyidina Ebâbekir, Ömer, Osman ve Ali gibi ki Hazret-i Ali Efendimizin evinde büyümüşdür. Diğer ashâb ki Huzeyfetü'l-Yemânî gibi, Ebü'd-Derdâ gibi, bu zevât gece-gündüz Peygamber'in dâimâ berâberinde yani Ashâb-ı Soffa gibi. Hattâ Ashâb-ı Soffa, yemeği içmeği terketmişler, bir lokma ekmeğe râzılar, bir hırkaya râzılar, peygamberin kapısının önünde oturuyorlar ve Resûl-i Ekrem dışarıya çıkdığı vakit, "Ey Allah'ın Resûlü! Ey Allah'ın Habîbi! Allah sana ne öğrettiyse sen de bize onu takrîr et, öğret" diyorlar. Yani Resûlullah'ın cemâli ile doyuyorlar.Hatırlarsanız, "İnsanın kemâli, kemâl sâhibleri ile berâber olmakdan geçer" demişdik. Tarîkat-ı aliyye de işte bu esâs üzerine kurulmuşdur. Zâten Ashâb-ı Soffa da, ilk dervîşler olarak kabûl edilmişdir. Mürîd, mürşidine ne kadar sıkı bağlanır, mürşidini ne kadar çok sever, mürşidinden istifâde etmek için ne kadar gayret gösterir ve ne kadar fedâkârlıkda bulunursa, işte o kadar çabuk ilerler ve o kadar yükseğe yükselir. Diğer bir ifâde ile, mürîdin mürşidden istifâdesi, halkdan uzletine ve mürşidine teslîmiyyetine bağlıdır.
Muhabbetin en ileri derecesi, sevenin sevdiğine hava gibi, su gibi dâimâ muhtâc olmasıdır, onsuz aslâ yaşayamamasıdır. Eğer mürîd de mürşidini böyle severse, o zaman engeller kolayca aşılır, mesâfeler hızlıca kat edilir ve maksada çabucak erişilir. Yoksa iş uzar, zahmet artar, yol bitmez.
Dervîşlik dediğim manâ gayrısından uzlet ister
Gece gündüz dîdâr için tevhîd ile sohbet ister
Hiç bir kişi erişmedi taklîd ile bu menzile
Vâsıl olup ulaşmağa şeyh yüzünden halvet ister
0 Yorumlar